Sokaklarda Yaşam Mücadelesi: Kefernahum
Her gün sokakta gördüğümüz o mendil satan çocuklara baktığımızda ailesine karşı oluşan öfkemiz bizi deli ediyor. Ancak yine de aynı yolları kullanıyor ve aynı sorunlarla defalarca yüzleşiyoruz. Bu gördüklerimiz bizi darmadağın ediyor gibi görünse de sanki duruma zamanla alışıyor ve kanıksıyoruz. Hepimizin evlatları oldukça değerli, ancak o çocukları bu kadar değersiz kılan ve sokağa iten sorun nedir? Bunun üzerine eminim kimse çok kafa yormuyor dur. Bu durum benim içinde geçerli. Nereye kadar umursayabiliriz ki değil mi? İşte tam bu noktada izlediğim bu film beni benden aldı ve bu konuda birazda olsa daha sağlıklı empati kurmamı sağladı diyebilirim.
Kefernahum, Ortadoğu’daki mülteci sorununu ve yaşanan bu sorundan dolayı artan çocuk hakları ihlali ve istismarını konu alan bir film. Ülkemizde tanınan bir yönetmen ve senarist olan Nadine Labaki tarafından çekilmiş bu film, yönetmenin dördüncü uzun metraj filmi. Birçok festivalden ödülle dönün bu yapım Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. Ayrıca Lübnan’ı “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Oscar adayı olarak temsil etme başarısını yakalamış.
Filmin açılış sekansında küçük bir erkek çocuğunu iç çamaşırları ile bitkin bir vaziyette ayakta dururken görüyoruz. Doktor kontrolünden geçerken tahminen on iki, on üç yaşlarında olduğunu öğreniyoruz ancak adını bilmiyoruz. Devamındaki sahnede ise mülteci kadınlar yansıyor. Kaçak yollarla ülkeye girmiş ve içlerinde kameranın belli belirsiz işaretleriyle Etiyopyalı Tigest Ailo ile tanışıyoruz bu kısımda.
Filmin ilk sekanslarında yansıyan adını bile bilmediğimiz ancak iki insanında suçlu olduğunu anladığımız bu sahnelerin ardından yönetmen hikayelerini anlatmak için bizleri mahkeme salonuna götürüyor ve bize önce hikayenin son bölümünü anlatıyor. Duruşma başlıyor ve duruşmanın başlaması ile birlikte biz Zain (Al Hajj) ve Zain’in ailesiyle tanışıyoruz.
“ Anne ve babamdan şikayetçiyim. Beni dünyaya getirdikleri için…”
Yönetmen filmin odağına Zain, Tigest’i ve onun çocuğunu koymuş. Bundan sonrasında da yönetmen tüm film boyunca Zain ve Tigest’in nezdinde isimsiz bırakılan kadın, çocuk ve tüm mültecilerin hikayisini anlatmak üzere kamerasının karşısına bir avukat rolünde çıkıyor. Zain’e bu kaderi reva gören herkesi sanık sandalyesine oturtuyor ve tekrar tekrar soruyor: “Bir kentin mutluluğu her gün küçük bir çocuğa işkence yapılmasına bağlı olsaydı, kent halkı ne yapardı?”
Sizce bu soruyu kim umursuyor muyuz? 1 kentin yıkılmasını göze alabilmemiz ve 1 tek çocuk istismarına müsade etmememiz gerektiğini bize anlatan bu filmde aslında filmin kırılma noktası, Zain’in kız kardeşinin çocuk yaşta evlendirilmesi ve sonrasında ölümü üzerine başlıyor. Sokaklarda 12 yaşında bir çocuğun nasıl bu kadar pratik ve zekice hareket edebildiğini hayretler içerisinde izleyeceğiniz bir filmden bahsediyorum.
Filme ve işlenen konusuna hayran kaldım diyebilirim. Son zamanlarda Dünya’mızda artan göçmen krizinin üzerine gerçekten empati kurabilmemize yardımcı olabilecek bir film. Özellikle başrolündeki Zain gerçekten bir Suriyeli göçmen ve filme inanılmaz adapte olmuş izlerken sizde aynı duyguları paylaşacağınıza eminim.
Filme adını merak edip araştırdığımda ‘Capharnaüm’, kullanılmış, atılmış eşyaların yığıldığı çöplük anlamına geliyormuş. Diğer bir anlamına göre de, İncil’de hastaların İsa’dan iyileşmek için mucize yaratmasını istediği kutsal şehrin adıymış.